29 Ekim 2012 Pazartesi

Şeyh Edebali'nin Damadı Osman Bey'e Nasihati;

Şeyh Edebali'nin Damadı Osman Bey'e Nasihati;

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğügibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

21 Ekim 2012 Pazar

Tek Poşetçi Çift Poşetçi?


"Amerika da bir tüketicinin kendi çapında yaptığı araştırmadır. Marketleri dolaşıyorlar ve kasada poşetleri dolduran işçileri gözlemliyor. Bazı işçiler bir tane poşete ürünleri doldurup hoşçakalın bile demeden müşteriyi gönderirken bazı işçilerde güler yüzlü olup, poşet yırtılmasın diye ürünleri iki kere poşetliyor. Sadece görevini yapan, müşteriyi memnun etmeye çalışmayan hatta işine kendini adamayanlar tek poşetçi, müşterinin memnuniyetini önemseyen, zorunlu olmadığı halde şirketine yarar sağlayacak işler yapmaya çalışıp işine kendini adayanlarsa çift poşetçi."
Fakat arada arkadaşın biri tek poşetçi misin çift poşetçi misin?  dediğinde bunun günlük hayat terimi olarak kullanıldığını farkettim.

Can Ulgen 'in     
bloğundan alıntıladığım aşağıdaki yazı oldukça açıklayıcı bu konuda.


"Süpermarketlerde, müşterinin aldığı malları poşetlere dolduran kişilere poşetçi denir. Poşetçiler kasiyerin hemen arkasında çalışırlar. Kasaya kaydedilen malları poşetlere koyar ve müşterilere verirler.

Tek poşetçiler, sadece bir poşet kullanırlar, müşterinin aldığı malları tek bir poşetin taşıyıp taşıyamayacağını düşünmezler. Malları poşete koyarken özen göstermez, rastgele doldururlar. Yumurtalar altta kalırsa kırılır, üzümler ezilir gibi bir kaygıları yoktur. İşlerini sevmedikleri ve angarya gibi gördüklerinden yüzleri de hiç gülmez. İşlerini yaparken sürekli söylenir, şikayet ederler. Dikkatleri dağınıktır. İşlerini ağırdan aldıkları için sıradaki müşterileri sinirlendirirler. Kasiyerler ile atışır, münakaşa eder ve işin hızını düşürürler. Kendini koşulların kurbanı olarak gören "tek poşetçi" işini şöyle tanımlar: "Ben yalnızca poşetlere eşya doldururum."

Çift poşetçiler, bir yandan kendisini geliştirirken, diğer yandan da başkalarının gelişimine yardımcı olur. Çift poşetçi, müşterilerin mallarını poşete doldururken, gerektiğinde iki poşeti iç içe koyar, böylece malların ağırlığı nedeniyle poşetin yırtılma riskini ortadan kaldırır. Çift poşetçi, kendisini müşterinin yerine koyarak işini yapar, malları doldururken dikkat eder, ağır olanları alta koyar. Kırılacak, ezilecek şeyleri özenle yerleştirir. Güler yüzle hizmet eder. Zamanı varsa otomobiline kadar müşteriyi geçirir, eşyaları yerleştirmesine yardımcı olur. Son olarak "marketimize geldiğiniz için teşekkür eder, yine bekleriz" diyerek uğurlar. Çift poşetçi yaptığın işin bütünle ilişkisinin bilinci içinde, yaptığı işi değerlendirirken şunları söyler: "Ben marketin müşteri kaybetmemesine ve yeni müşteri kazanmasına katkıda bulunuyorum."

Ayakkabı satmak üzere Afrika' ya gönderilen satış elemanı eğer "tek poşetçi" ise; hemen şöyle bir savunma yapacaktır: "burada herkes yalınayak dolaşıyor" kimseye ayakkabı satamayız.
Satış elemanı "çift poşetçi" ise: "burada herkesin ayağı çıplak" herkese ayakkabı satabiliriz.

Akşam işinden evine gelen "tek poşetçi" eş, yoğunluktan yakınır. Eşiyle ilgilenmek yerine televizyon karşısında uyuklar. Çocuğu ona yeni oyuncaklarını göstermek istediğinde, onun bu dileğini "şimdi gazete okuyorum" diyerek geri çevirir. Oysa işinden evine dönen "çift poşetçi" eş neşelidir. Evdekilerin günü nasıl geçirdiklerini ilgi ile dinler. Akşam ne yapmak istediklerini öğrenir ve herkesi memnun edecek seçenekler sunar. Çocuğu onu çağırdığında yeni oyuncağın sevincini onunla paylaşır, birlikte oynar.

Çift poşetçi hem kendi ilerlemesine hem de başkalarının gelişmesine etkin bir ilgili gösterir. Kendisini ve çevresini hep daha iyiye, daha yeniye yönelik olarak değiştirir ve geliştirir. "

 Notcuk; Yazarın izniyle paylaştım.

19 Ekim 2012 Cuma

Rağmen!

Bir Japon düşünürün sevgi üzerine söyledikleri hayli düşündürmüştü beni ilk okuduğumda. Menfaatsiz bir sevgiyi anlatıyordu kendi inancına ve görüşüne göre;



Japon düşünür Masumi Toyotome'nin sevgi üzerine söyledikleri:

"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor Toyotome. "Ama  sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor... Sonra anlatmaya başlıyor.

"Sevgi üç türlüdür!..."

Birincinin adı ; "Eğer" türü sevgi!.. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar... Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.

Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi... "Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaâd edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar... "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır."

Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hâllerine değil, hayâllerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, hayâl kırıklıkları başlıyor. Sevgi, giderek nefrete dönüşüyor. 
En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor; Bir genç Tokyo  Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. "Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor yazar..
"Delikanlı, babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!..."

İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında...
"Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, hayatı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda  önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome... İlginç değil mi?..

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi.. Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe veya şarta bağlıdır". Örnek mi? "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)." "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki..." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..." "Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..."

Yazar, çünkü türü sevginin, eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti şartına bağlı olduğundan, büyük ve ağır bir yük hâline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi  onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana...  İnsanlar hep daha çok insane tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar.

Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece hayata sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene  içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. "O zaman, bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome...
"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var...

Birincisi... "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu...
Bütün insanların iki yanı vardır: Biri dışa gösterdikleri; öteki yalnızca kendilerinin bildiği... "İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar.
İkincisi de... "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa..." endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü, patlayan kazanla parçalanmış.
Yüzü fena hâlde çirkinleşince, nisanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı... Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını... Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde yok olmuş.

Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu çünkü türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür" diyor...

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?... Ve işte, sevgilerin en gerçeği!... "Üçüncü tür sevgi, benim rağmen diye adlandırdığım türdür" diyor yazar. Bir şarta bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için eğer türü sevgiden farklı bu... Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?... Rağmen sevgi... Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" perestiş eder!.. "Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karsılaşması şartı ile... Burada insanın, iyi, çekici veya zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına veya kötü geçmişine rağmen, olduğu gibi, o haliyle
sevilebiliyor.

Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı veya ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu ispatlamak için sizi bir teste davet ediyor... "Şu soruma cevap verin" diyor: "Kâlbinizin derinliklerinde,  dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?..." Devam ediyor Toyotome... "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya
 birden bire başınızın üstüne çökmez miydi?... O an hayat size anlamsız gelmez miydi?" "Diyelim sıradan bir hayatınız var.. Günlük yaşıyorsunuz.
 Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?..." diye soruyor ve cevaplıyor:
 "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü hâline geliyorlar."

 Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "rağmen" sevgiyi.. "Bugün hayatımızı sürdürebilmenizin nedeni rağmen türü sevgiyi şu anda yaşamanız veya bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome... "Bu gün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor... Anlatıyor.. 

"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir."

Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?... Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar... Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi..
Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor.
Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz..
Hani nerede?.. Hepsi o... Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..
"Dünyadaki en büyük kıtlık, rağmen türü sevginin yeterince olmayışıdır!..." alıntıdır.

Peki var mıdır günümüzde rağmen sevgisi? Evet vardır ama yok denecek kadar az. Anne - baba evladı  katil, hırsız veya herhangi bir suçlu olmasına rağmen sever. Bozuk olan hallerine üzülür bunlara rağmen sever. Aynı şekilde evlat anne-babasını yanlışlarına rağmen sever katil, hırsız ya da herhangi bozukluğuna rağmen annesi babasıdır.   Dede- Büyükanne torununu yaramaz olmasına rağmen sever ki başka çocuklarda dayanamadığı hareketler kendi torununda güzel gelir. İnsan arkadaşlarını hatalarına rağmen sever. Çünkü genel olarak insan sevdikleri insanların hatalarına mutlaka bir makul açıklama bulur ve bunlara rağmen sever.
Ez cümle; Rağmen sevgisi var yalnız rağmen sevilecek insanları iyi seçmezsek rağmen sevgimize rağmen kayboluruz.

4 Ekim 2012 Perşembe

Merhaba

DSCN7573

Güzel bir çiçekle merhaba diyeyim yine en sevdiğim gece saatlerinde bu bloğa. Geceler güzeldir birçok çirkinliği gizler bağrında. Sonu seherdir, sabahtır aydınlıktır.

Bu gece var hatta şu an varız ama bir an sonrası ve yarın var mıyız bilinmez. Elimizdeki herşeyi paylaşsak? Acı tatlı, hatıra , hikaye veya tarif sanırım hem vakit yetmez hem sağlık.

Bazen okuyupta hoşlandığım yazıları bir dosyaya kaydediyorum tekrar okuyorum bunu arkadaşlarımda okumalı diye düşünürsem onlara yolluyorum. Yazanlar izin verir mi diye düşündüklerim oluyor paylaşamıyorum. İzin alabildiklerimi ve gözüme hoş gelenleri paylaşayım vakit buldukça bu blogda.

İlki bu kış duyduğum şu paragraf olsun ki çok sevdim;

 "Hakiki dost acı gününde sana destek olan, senin yanında olan sanırsan aldanırsın. Acı gününde yanında olan birçok kişi vardır ki " ya buldun belanı,  haketmişti de neyse insanlık bende kalsın" der hatta için için sevinir. Kendisini senden iyi gördüğü içinde yardım eder. Fakat sen güzel birşeye, insanların imrenerek baktığı ama onda olmayan bir nimete kavuştuğunda senden daha sevinçliyse gözlerinin içi gülüyorsa hakiki dost işte odur"


DSCN7575
Sahra'dan sevgiler,